Geçtiğimiz Bayram tatilini Chios – Sakız Adasında geçirdim. Birkaç günlük süren bu güzel gezimde her zamanki gibi doğanın renklerine, kokusuna, hallerine hayran oldum. Renkler, berrak dupduru turkuvaz deniz, el değmemiş beyaz kumlar, mis gibi kokan çam ormanları, antik köyler ve kendine özgü mimarileri..
Yine tüm güzellikleri seyretmeye doyamadım… ve tabii içimden gelen ilk refleks olarak hepsini fotoğraflamak istedim, bazılarını maalesef yol ikinci bir arabanın geçmesi için bile dar ve yamaçlı olduğu için fotoğraflayamadım, ama hespi hafızama kazındı. Bir de bu geziye fotoğraf makinemi götürmeyecektim az daha. Fotoğraf çekmek kadar beni mutlu eden şey sayısı azdır; deniz, dondurma, çikolata, şarkı söylemek… Çocukluk arkadaşlarım gayet iyi bilirler sudan hiç çıkmak istemediğimi. Ben de bu kısıtlı zamanımda denizin tadını doya doya çıkarayım, kendimi fotoğrafa kaptırmayayım diye sevgili Nikon’umu evde bırakıyordum az daha. İyi ki de yapmamışım, ikisine de bolca vakit buldum ve çok sevdiğim şeyleri yaptığım bir tatil oldu, sanki on günlük bir tatilmiş gibi…
Chios’a Çeşme’den kalkan hızlı feribotlarla 20 dakikada gidiyorsunuz. Bayram tatili olduğu için biraz pasaport kalabalığı vardı, ama uzun sürmüyor. Chios’un merkezinde hala Türkiye’deki herhangi bir Ege kasabasında gibi hissetmek mümkün. Biraz uzaklaşıp doğayla içiçe kalmak için adanın Batı tarafı daha ideal. Ben de tam bunu istiyordum, sükunet ve deniz ve güzel yemekler… Adanın batısında Lithi’den Volissos’a kadar muhteşem kumsallar ve plajlar var. Denizin berraklığı ve turkuazı insanı büyülüyor, kumlar ise bazı yerlerde bembeyaz. Bazı plajlarda beach bar ve şemsiye ve şezlong hizmetleri var, bazıları ise tamamen bakir. Her şeyi yanınızda götürmeniz gerekiyor.
Ben adanın kuzey batı kısmında, Volissos’a çok yakın bir kıyıda kaldım. Volissos için Homeros’un doğduğu köy deniyor. Chios limanından araba kiralayarak adayı dolaşmak çok keyifli. Limanda sahil boyunca birçok sevimli kafeyi ve restoranı geçtikten sonra birkaç kilometre ötedeki Vrontados’a geliyorsunuz ve meşhur değirmenler hemen karşınıza çıkıveriyor. Burada fotoğraf çekeceğim kadrajlarıkafamda belirledikten sonra yoluma devam ettim. Biraz yukarı çıktıktan sonra dağ yoluna sapıyorsunuz. Aslında kaldığım otel Chios limanına aşağı yukarı 40 km uzaklıktaydı ama yine de yolculuk 1-1,5 saati buldu. Bir kısmı sahilden, bir kısmı da virajlı ve dar dağ yollarından tırmanarak ve inerek süren bu yolculukta manzaraları seyretmeye doyamadım. Ormanların içinden geçerken pencereyi açtığınızda içeri dolan çam kokusu ise harika. Keşke koku da fotoğraflanabilse…
Denize girmek için batı kıyısında Lymnia (Limnos), Lefkadia, Managros, Trachili, Xeropothamos, Lithi’ye uzanan güzergahtaki plajları tercih ettim. Bir daha gidersem yine bu sahil şeridini tercih ederim. Sessiz, harika bir doğa ve feribottan indiğinizdeki gürültüden uzak… Adadaki bazı plajlarda ise siyah çakıllar var, bunlar volkanik püskürmeler sonucu ortaya çıkmış.
Limnos (Limnia) limanındaki restoran ve tavernalarda ise taze ve çok lezzetli deniz mahsülleri yemeye doyamıyor insan… Bu adada sevdiğim bir başka şey de her şeyin lokal olmasıydı. Şarap ve birasından zeytinyağına, ekmeğine kadar önce Chios lokal ürünlerini satıyorlar.
Deniz, güneş, kumsal, deniz ürünleri – oh, her şeyin tadını doya doya çıkarırken iki de bonus geldi.
Bunlardan ilki, kaldığım oteldeki odamın (stüdyo demek daha doğru) terasından görünen muhteşem gün doğumu ve samanyolu manzarasıydı. Fotoğraflarımı görmüş olanlarınız gündoğumu saatlerinde fotoğraf çekmeye bayıldığımı fark etmişlerdir, yıldız ve gece fotoğrafı da cabası.
Limandaki ve oteldeki ışık kirliliğine rağmen yıldızlar çok net görünüyordu ve bir iki gece biraz uykusuz kalarak kısacık timelapse videolar yapabileceğim birkaç yüz fotoğraf çektim.
İkincisi ise adadaki antik köyler. Her yerdeki tarihi ve kendine özgü yapılara ve dokuya bayılan biri olarak bunu da bu kısacık tatile sığdırılmış bir bonus gibi görmeme şaşırmazsınız, değil mi? Son günümü sahil şeridi boyunca güneye doğru inerken bu köylerde duraklayıp gezerek ve fotoğraf çekerek geçirdim. Mesta, Olympi ve Pirgi köyleri 14. yüzyılda Cenovalılar tarafından kurulmuş ve hala otantik mimarisini korumuş köyler. Dar sokaklarda yürüken tarihi dokuyu hissetmemek imkansız.
Pirgi, her tarafı grafik desenlerle boyanmış evleri ve binalarıyla çok ayrı bir havaya sahip. Sanırım en yoğun olarak turistik Türk kafilelerinin ziyaretine uğrayan köy de burası. Olympi’de de benzeri grafik desenleri görmek mümkün. Benim gibi desen ve grafik meraklılarının hoşuna gideceğine eminim. Olympi’nin dar sokaklarında yürürken rastladığım graffitilere ayrıca bayıldım.
Ancak bu üç köyün içinde Mesta’yı çok sevdim. Sanki yüzyıllar boyunca hiç bozulmamış gibi. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, kemerli geçitler, geçitlerin arkasında avlular, evler… Hemen o havayı soluyuveriyorsunuz…
Sicilya’dakini andıran seramik kapların yapıldığı birkaç köy ve manastır ve birkaç deniz feneri ise bu kısacık gezime sığmadı. Onları bir dahaki Chios gezim için listeye aldım.
Özellikle Mesta, Olympi ve Pirgi sokak fotoğrafı ve ışık ve gölge üzerine fotoğraflar için ideal bence. Kış aylarında bu köyleri fotoğraf çekmek için bir daha ziyaret etmek isterim açıkçası.
Evet kısacık Sakız Adası gezimden birkaç notu bu yazımda sizlere anlattım, umarım keyif almışsınızdır. Aralara da birkaç fotoğraf serpiştirdim. Diğer fotoğrafları sitedeki gün doğumu, gün batımı, manzara ve sokak fotoğrafı sayfalarına yüklüyorum.
Bir sonraki yazıma kadar sevgiyle kalın…
Bir yanıt yazın