Bugünkü yazımı 2010 yılından beri kutlanan bu günün tarihçesine ayırdım. Fotoğrafa gönül veren herkesin Dünya Fotoğrafçılık Gününü kutlarım.
Benim için fotoğraf çekmek gördüğüm o müthiş güzelliği ya da bir an olsun hissettiğim ve o anki yaşantımın bir parçası olan anı görüntülemek demek. Doğanın o harika renklerini, yansımaları, bulutları, renkli ışıkları, estetiği gördüğüm zaman aldığım keyfi fotoğrafa yansıtmayı çok seviyorum. Eminim benim gibi fotoğraf çekmeyi seven binlerce kişinin de şu veya bu sebeple fotoğraf çekmek hayatının bir parçası olmuştur…
Dünya Fotoğrafçılık Günü, yani 19 Ağustos’un tarihçesi 19. yüzyıla uzanıyor. Louis Daguerre ve Joseph Nicèphore Nièpce’nin 1837 yılında Daguerreotype (dagerreyotipi) tekniğini bulmasının ardından, 1939 yılının Ocak ayında Fransız Bilim Akademisi görselliğin tarihini etkileyecek dagerreyotipi prosesini duyuruyor, yani fotoğrafçılığın temelleri atılmış oluyor. Ve bundan hemen birkaç ay sonra, 19 Ağustos 1839 tarihinde Fransız hükumeti bu prosesin patentini alarak, bu güzel buluşu dünyaya hediye ediyor.
Dagerreyotipi, Daugerre’in ışığı kullanarak gördüğü şeyleri bir görüntü haline getirmek istemesi üzerine Nièpce ile birlikte yaptığı çalışmalar sonucu ortaya çıkıyor.
Bu teknikle bakır levhalar gümüş nitrat kullanılarak ışığa duyarlı hale getiriliyor ve 10 ila 20 dakika boyunca pozlanıyor ve iyot ve cıva buharı kullanılarak ve tuzlu su ile stabilize edilerek bir görüntü oluşturuluyor.
Bilinen ilk insan fotoğrafı da dagerreyotipi yöntemiyle 10 dakika boyunca pozlanarak Daguerre tarafından çekiliyor. Paris sokaklarında ayakkabısını boyatan bu adamın fotoğrafı tarihe ilk insanlı fotoğraf olarak geçiyor.
Bu tekniğin bulunmasını takip eden 10 yıldan sonra daha yeni ve ekonomik fotoğraf teknikleri bulunuyor ve fotoğrafçılık gelişmeye başlıyor. İşte bu nedenle de Dünya Fotoğrafçılık Günü bu tarihte kutlanıyor.
Son 177 senede fotoğrafçılığın gelişimi ise inanılmaz! Ben bile çocukluğumdan bugüne şöyle bir baktığımda bunu çok net olarak görebiliyorum. Tanıştığım ilk foroğraf makinesi sevgili annemin çocukluğumuzun her karesini kaydettiği Kodak marka bir makineydi. 70’lerin sonunda babam yeni bir icat olan bir Polaroid makine hediye etmişti bize. Sonra evimizin fotoğraf makinesi bir Canon AE-1 olmuştu… Karanlık odalar, tab edilen fotoğraflar, fotoğraf filmleri… Ve seneler sonra 2000’li yıllarda dijital makinelerin çıkışıyla analog makinelerimiz ve bu saydıklarım da hatıra sınıfında yerini aldı.
Dijital fotoğrafçılığın kendini geliştirme hızı ise inanılmaz ve her gün heyecanla takip ediyorum.
Tekrar tüm fotoğrafseverlerin bu güzel gününü kutluyorum.
Bir sonraki yazıma kadar sevgiyle kalın…
Bir yanıt yazın