Montenegro… Kalbim orada kaldı derler ya tam öyle bir yer benim için… Adriyatik kıyısındaki bu küçücük ülkeye ayak bastığım andan itibaren tanıdık bir şey hissettim ve sevdim. Hep yazmak istedim, bir türlü kelimelere sığrdıramadım…
Bugünlerde websitemi yeni versiyonuyla açtım ve ilk yazımı da bu çok sevdiğim yere ayırmak istedim. Doğal ve bozulmamış güzelliğine, dinginliğine, renklerine hayran olduğum bu yere…
Kendime belirlediğim ilk durak UNESCO dünya mirası listesindeki Kotor’du. Ama daha Kotor’a gelmeden doğal güzellikleri seyretmeye doyamaz oldum. Havaalanından Kotor’a doğru giderken birkaç ülkeye sınırı olan Skadar Gölü boyunca ilerlediğiniz bir kısım var. Renkler, ağaçlar, gölün üstündeki nilüferler, balıkçı tekneleri, hepsi şahane… İlk bulabildiğim cepte arabayı park edip yola fırladım ve iyi bir kadraj yakalayabileceğim bir köşe aradım. Tren yolunun üzerinden atlayarak, karayolunda karşı tarafa geçerek yaptığım birkaç tehlikeli hareketten sonra güzel bir iki fotoğraf çektim ve Kotor’a doğru yola koyuldum.
İnsan etrafı mı seyretsin, araba mı kullansın, fotoğraf mı çeksin bilemiyor. Ben iki arkadaşımın kısa zaman önce kaldığı ve çok memnun olduğu deniz kenarında bir otelden yer ayırtmıştım. Sabahları gün doğumunda pespembe olan ve bir parça sisle de mistik bir hal alan Kotor Körfezi sanki odanın içine giriyordu. Sabah güneş doğmadan uyanıp fotoğraf için uygun yerleri araştırıyordum tabii.
Fotoğraflarıma bakmış olanlarınız mavi saatlere ve gün doğumundan önceki dakikalara bayıldığımı, o saatlerin pembeden yavaş yavaş somona sonra da altın rengine dönüşmesini çok sevdiğimi keşfetmiştir. Kotor Körfezi, iki dağın arasında kalıyor ve bu yüzden de yıllar boyunca korunaklı bir liman da olmuş. Ama fotoğraf açısından etkisi dağların arasına sabahları çöken tatlı pus ve sis ve yansımalar tabii ki. Büyüleyici diye tanımlayabilirim…
Benim otelimin bulunduğu yerde, orada yaşayan kişiler, sabah gün doğmadan balık tutmak için deniz kenarına iniyordu, ben de peşlerinden fotoğrafa. Galerimde aralara o güzel saatlerden kareler serpiştirdim. Fotoğraflardan hissediliyor mu bilmiyorum ama o sessizlik, dinginlik, pembelik ve hafif pus müthiş güzel. İnsanın ruhunu dinlendiriyor.
Eski Kotor’a gelince, tarih ve kültür dolu. Kale içinde gezmek, daracık sokakları keşfetmek çok büyük bir keyif. Tek kritik nokta, büyük cruise gemilerinin uğrak noktası olması ve o saatte orada bulunursanız turist akınına uğruyor olması, yani fotoğraf çekmeniz pek mümkün olmuyor. Bunu hemen ilk gün fark ettim.
Sabahları güneş Kotor kalesinin arkasındaki dağdan yükseliyor. İstediğim etkiyi aldığım fotoğrafı yakalamak için birkaç kere oraya gittim. Güneş hangi saatlerde nereden geliyor, nasıl bir etki yaratıyor baktım. Sabah o etkiyi yakalayabileceğim anı da sabırla bekledim. Çok sevdiğim bu fotoğrafımı Montenegro galerimde gezindiğiniz zaman hemen göreceksiniz (https://pelingenc.com/montenegro/).
Eski Kotor’a gittiğimde bir de çok sevdiğim bir sürprizle karşılaştım. Çocukken okumayı çok sevdiğim Pippilotta UzunÇorap karakterinin dev bir kuklasını şehir duvarlarına oturtmuşlardı. Bir çocuk festivali varmış meğerse.
Üşenmeyip Kotor Kalesinin yüksek basamaklarını tırmanırsanız körfeze tepeden, çok yüksekten bakabiliyorsunuz ve muhteşem bir gün batımı seyredebiliyorsunuz. Ben yine yükseklerden gece de tüm körfezin fotoğrafını çekebileceğim bir nokta araştırdım ve yükseklerdeki Niegushi köyünün seyir noktasına doğru yola koyuldum. Her zamanki gibi fotoğraf çekme saatinden erken gidip tripodumu ve filtrelerimi hazırladım, güneşin ve ışığın yönünü tespit ettim, kadrajlarımı belirledim. Sonra oradaki kafeden içecek bir şeyler alıp mavi saatleri beklemeye başladım. O sırada aynı yerden seyre gelen turistler, tur otobüsleri ve gezginlerle sohbetin de ayrı bir keyfi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
İşte bu noktadan çektiğim fotoğrafları da Montenegro galerisine ekliyorum. (https://pelingenc.com/montenegro/)
Sonra ilerleyen günler ve saatlerde Boka Körfezi boyunca arabayla sahil şeridinden bir tura başladım. Bu turun ardından da ülkenin daha turistik olmuş ve herkes tarafından bilinen kısmı Tivat, Budva ve Sveti Stefan’da birkaç gün geçirdim. Ayrıca biraz daha iç kısımlarda kalan yükseklerdeki doğal parkları da gezdim.
Bu küçük ülkeye bayıldım. Sık sık içimden uçağa atlayıp bir hafta sonu bile olsa gitmek geliyor. Belki yapabilirim tekrar 🙂
Boka Körfezi, Perast ve Herceg Novi ile ilgili kısımları başka yazılara sakladım.
Yavaş yavaş fotoğrafları da yeni websitesine yüklemeye başladım. Gezdiğim yerlerde çektiğim fotoğrafları yüklemeye ve kendi izlenimlerimi anlatan yazılarıma devam edeceğim. Ayrıca ara sıra, kullanmayı sevdiğim fotoğraf tekniklerine ilişkin yazılar da yazacağım. Dilerseniz siteye abone olabilirsiniz (blog yazısının altındaki Abone Ol tuşu ile), fotoğrafla ilgili sorularınızı benimle paylaşabilirsiniz. Umarım siz de benim fotoğraf çekerken ve gezerken aldığım keyfi hissediyorsunuz ve yazıları da keyifle okuyorsunuzdur.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, sevgiler…
Defne Orhun
Hem resimler hem anlatim sahane! Adeta oraya gitmis gibi oldum. Devamini bekliyoruz
Pelin Genç
Çok teşekkür ederim. Yazacağım 🙂 Çok sevdiğim iki yer var sırada.