Lizbon en sevdiğim şehirlerden biri. Bundan birkaç sene önce Avrupa’nın en batısındaki bu ülkeye ve Lizbon’a giderken bu kadar seveceğimi tahmin etmemiştim açıkçası. Bugünlerde fotoğraf arşivimi düzenliyorum. Fotoğraflarıma bakarken gözümde canlanan Lizbon’la ilgili hatıralarımı da yazmak istedim. Yazı biraz uzun olduğu için birkaç parça halinde yayınlayacağım.
Lizbon, Atlantik Okyanusu kıyısında ve çoğu Avrupa şehri gibi ortasından bir nehir geçiyor. Yıllardır süregelen tarihi ve kültürel dokusu çok zengin. Muhteşem renkteki çiçekleriyle şehrin hemen hemen her sokağında görebileceğiniz büyük jakaranda ağaçları ve binaların dış cephelerini kaplayan azulejo mozaik karolarıyla çok renkli ve canlı bir dokusu var şehrin. Günün her saati yaşayan bir şehir. Son senelerde çok fazla ziyaretçi aldığı söylenmişti bana, kesinlikle doğru. Fotoğraf çekmek o yüzden epey zorlaşıyor.
Lizbon’a gittiğim zaman merkezi de olması açısından şehrin eğlence ve gece hayatı çok canlı bir semti olan Bairro Alto’da kaldım. Daha çok gençlerin uğrak yeri olan bu semt bana Beyoğlu’nu da hatırlattı. Küçük kafeler, pub’lar ve barlar cosy bir ortam oluşturuyor. Ben orada olduğum zaman çok keyifli geçen akşamlarımdan birini de orada yaşadım.
Lizbon’da olduğum sırada 2018 Dünya Futbol Kupası vardı. Futbolla çok ilgilenmem ama çocukluğumdan beri Dünya Kupası bana ayrı bir keyif vermiştir ve maçları hep seyrederim. O gidişimde de İspanya-Portekiz maçının olduğu ve tüm Lizbon’un bu maça hazırlandığı bir zamana denk geldim. Şehrin merkezindeki Comercio Meydanı’na (Praça do Comércio) herkes maç seyretsin diye koca bir ekran ve yiyecek alanları kurulmuştu ve maç sonrası partileri için hazırlık yapılmıştı. Bairro Alto’daki pub’lar ise sokakları süslemiş, dışarı turistlerin maçı seyredebileceği oturma alanları kurmuş ve maç menüleri hazırlamıştı.
O gün Cascais, Sintra ve Cabo da Roca’yı gezmeye gitmiştim. Tabii ki fotoğraf çekmeye dalınca yemeyi, içmeyi, aslında geri kalan her şeyi unuttuğum için zaman akıp gitmiş. Etrafta koşuşturmaya başlayanları ve ortalığın birden tenhalaştığını fark edince maç saatine çok az kaldığını anladım bir anda. Arabaya atladım ve hızla Lizbon’a döndüm. Tabii ki herkes maç heyecanı içinde olduğu için yollar bomboştu ve 20 dk içinde otele varmıştım. Hemen en keyifli görünen pub’a girdim ve oradaki herkes hep birlikte eğlenerek maç seyrettik. Maç biter bitmez ise Nikonumu kaptığım gibi kendimi Praça do Comércio’da buldum. After party çok renkli ve eğlenceliydi, üstelik de maç sadece berabere bittiği halde. Zaman zaman eğlenceye dalıp fotoğraf çekmeyi unuttuğum oldu. Ama üzerinde Ronaldo forması ve Portekiz bayrağı renklerinden süsler olan birçok genç bana poz verdi o gece.
Buraya kadar muhteşem bir gün geçirmiştim de şimdi durum değişiyordu. Çünkü İstanbul’un Tomtom mahallesindeki yokuşlar gibi dik yokuşları olan Lizbon’da, nehir kenarından Bairro Alto (yukarı mahalle)’ya tırmanma kısmına gelmiştim ve vakit de epey geç olmuştu. Neyse ki yol boyunca da o renkli kalabalık vardı ve yokuşu pek de fark etmeden gelebilmiştim otele.
Devamı yakında…
Bir yanıt yazın