…
Lizbon’daki yokuşlar gerçekten çok dik. Bir yerden bir yere gitmek istiyorsunuz, Google Map 1 km gösteriyor diyelim ki, yürüme süresini 20 dk veriyor. İlk seferinde anlayamadığım için hangi hıza göre yapmışlar acaba diye düşünmüştüm, 10 dakikalık mesafe. Sonra sebebini anladım tabii. Yine de her yere yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Hem şehrin dokusunu daha iyi hissediyorsunuz hem de bir sürü fotoğraf çekme fırsatınız oluyor.
Gelelim Alfama’ya. Lisbon’un en eski mahallerinden biri olan Alfama’ya adım attığınız anda bunu hemen hissediyorsunuz. Dar ve dik sokakları, Lizbon’a özgü binaları ve fado müziği çalan mekanlarıyla bambaşka bir yer. Alfama kelimesi Arapça’dan geliyormuş ve zaman zaman sokaklarda bu etkiyi fark ediyorsunuz zaten. Yaz sıcağında dar ve dik sokakları tırmanmayı başarabilirseniz tüm şehri görebildiğiniz muhteşem manzaralarla karşılaşıyorsunuz.
Daha yukarıdaki kaleden ise harika gün batımı manzarası seyredebilirsiniz. Ben fotoğraf çekmek için tüm yokuşu tırmandığımda arkadaşlarım güzel manzaralı bir cafe’ye yerleşmişler ve soğuk içeceklerle beni bekliyorlardı.
Alfama’da sözünü etmeden geçemeyeceğim bir başka yer de Lizbon Müzesine ait olan ve 20. yüzyıl edebiyatının en sevdiğim yazarlarından biri olan José Saramago’nun eserleri ve kişisel kütüphanesinin sergilendiği Casa dos Bicos. Binanın önündeki zeytin ağacının altında ise yazarın külleri bulunuyor. Binanın dış cephesi ise oldukça değişik bir taş işçiliği ile kaplı.
Şehrin bu eski mahallelerinde bol bol graffiti ve street art da görüyorsunuz. Ve tabii yeni ve lüks mahallelerinden en eski mahallesine kadar tüm sokakları süsleyen harika çiçekli ve kocaman jakaranda ağaçlarına ve çiçeklerinin rengine bayılmamak mümkün değil. Kaldırımların kendine has dalgalıymış illüzyonu veren taş döşemeleri, binalardaki seramikler ve desenleri ise bakmaya doyamadığım Lizbon’a has ayrı güzellikler. Sarı tramvaylar ise Lizbon’un simgesi olmuş. Bazı hatlar (28) neredeyse tüm şehir boyunca gidiyor ve hızlı bir şehir turu için bir alternatif.
Lizbon’a gitmişken fado dinlemeden ve geleneksel fado müziği eşliğinde yemek yemeden olmazdı. Oldukça kalabalık ve birbirinden farklı kültürlerden gelen bir grupla fado müziği çalan bir restorana gittik ve keyifli bir akşam geçirdik.
Belém ise şehrin görülmesi gereken bir başka bölgesi. Nehir boyunca yürüyerek gitmek çok uzun olacağı ve erkenden orada olmak istediğim istediği için tramvayı tercih ettim. Belém’de bulunan Jeronimos Manastırı dünya mirası listesinde ve gezmek için önünde uzun kuyruklar oluşuyor. Yolun karşısında, nehrin kenarında bulunan Kaşifler Anıtı ve birkaç dakika yürüme mesafesindeki Belém Kulesi de bu bölgeyi turistler açısından cazip hale getiriyor. Belém’deki turumun bu kısmına Lizbon’un meşhur tatlısı pastel de nata’yı en güzel yapan pastaneye bir ziyaret yapmayı da unutmadım tabii ki.
Bu arada söylemeden edemeyeceğim, Lizbon’da harika deniz ürünleri yiyebileceğiniz hem geleneksel şık hem de modern restoranlar var. Ben ikisini de denedim.
Şehrin modern mimarisine örnek olan MAAT, Kaşifler Anıtı’na birkaç dakika uzaklıkta. Onu görmenizi de tavsiye ederim. Modern mimarinin diğer örnekleri ise 25 Nisan Köprüsü, Vasco de Gama Köprüsü ve tabii ki bir Calavtra eseri olan Doğu İstasyonu. Şehrin tarihi dokusunun yanında modern mimarisi de çok güzel ve görülmeye değer bence.
Son bölüm yarın..
Bir yanıt yazın